III. Gölgenin Masalı
Bu serinin ilk yazısında çocuğun Karanlık’la barıştığı masaldan kısaca bahsetmiştim: Artık en karanlık gölgeleri dahi görebiliyordu çocuk! Artık gölgelerden korkmuyor, gölgelerle konuşabiliyordu. Ve fark etti, evrenin dört bir yanında, mutlak ışığa karşı tahakküm kuruyormuş gibi görünen gölgelerin aslında ne kadar kırılgan olduğunu.
2014’te ‘Fırtınalara karşı ördüğümüz duvarların gölgesiydi karanlık dediğimiz.’ diye yazdığında çocuk, her bir zihne olan inancını dile getirmek istiyordu. Işığın mutlak olduğunu, onu engelleyenlerin/engellemeye çalışanların gölgesine, o gölgelerin bir araya gelip oluşturduğu karanlığa maruz kaldığımızı söylemeye çalışıyordu. Zihnimizdeki ya da çevremizdeki engelleri yıktığımızda aydınlanacaktık. Ama insanlar engellerle değil gölgelerle savaşmaya kalktılar. Gölgelerle savaşamazdınız, gölgelerle ancak uzlaşabilirdiniz. Gölgeler sonuçtu, neden değil.
4-5 yaşlarında karanlığa kapatılmış çocuğun gözleri, karanlık duvarların içine süzülen küçücük ışığa tutunmaya çalıştığında bir ‘umut’ olduğunu fark etmişti. Umut karanlığın içindeki o ufacık ışığa tutunmakta değildi; umut o duvarların ardındaki ışığa ulaşmaktı. Savaşacaktı çocuk duvarları yıkmak için. Ama öncesinde kendi gölgesiyle tanıştı:
– “Bu karanlığın içerisinde beni nasıl buldun? Sil göz yaşlarını! Göz yaşlarına değip etrafa saçılan fotonlar rahatsız ediyor diğer gölgeleri.” dedi gölgesi.
– “Işığa değen her şeyin gölgesi olur mu?” diye sordu çocuk. “Minik ellerimde hissettim o ışığı. Ve hisseder hissetmez senin de orada olduğunu fark ettim. Ne kadar karanlıksın anlat bana! Kendinden bahset. Ve arkadaşlarından. Tanıştır beni onlarla. Kapatıldığım bu karanlık odanın içinde, buradan çıkabilme çabama destek için, cesaretim ol.”
– “Ne kadar yakınsan ışığa, gölgen o kadar karanlık; ne kadar büyükse kapladığın alan, karanlığın da o kadar fazla olur.” diye söyledi Gölge.
– “Ben küçüğüm.” dedi çocuk.
– Gölge: “Ama ben en karanlıklarından biriyim.”
Şaşkındı çocuk ve tanıştı diğer gölgelerle de. Hepsi birlikte ben oluyorlardı. O ben’in adı da Karanlık. Birbirlerini bu kadar desteklemeleri hayret vericiydi çocuk için. Bir şey sorduğunuzda hepsi aynı anda cevap veriyor, kulaklarınızdaki basınç o kadar artıyordu ki, duyduğunuz tek şey sessizlik oluyordu.
– “Engelleri biz yaratmıyoruz. Siz yaratıyorsunuz. Biz O(ışık)’nun ulaşamadığı/ulaşmakta güçlük çektiği yerlerde varız. Sen bizim tutsağımız değilsin, misafirimizsin. Bu duvarlardan kurtulduğunda ben hariç, tüm arkadaşlarımla vedalaşacaksın. Karanlıkta yaşamak sizin ancak tercihiniz olabilir. Biz sadece misafirlerimizi iyi ağırlamaya çalışan ev sahipleriyiz. Duyularınızın yorgunluğunu bir nebze de olsa ortadan kaldırıyoruz. Hem sürekli bir şeyleri görmeye çalışmanın ne kadar yorucu olduğunu düşünsene! Hayatın gürültüsüne ömür boyu maruz kalmak! Biz kendi ellerinizle ördüğünüz bu duvarların gölgeleriyiz ve sizi memnun etmeye çalışıyoruz.” dedi gölgesi çocuğa.
– “Ama bu duvarları ben örmedim ki! Beni buraya kapattılar.”
– “Bunu anladık. Normalde insanlar bu sessizliğin içinde uyumayı tercih ederlerdi zaten! Sen buraya geldiğinden beri bizimle konuşmaya çalışıyorsun!”
– “Bu taşların üzerinde uyumaktan mı bahsediyorsun? Korkuyorum…”
– “Korkmalısın! Zaten bir şeyler hissetmeseydin bizi göremez, karanlığın içinde kaybolurdun. Merak etme, birazdan kapıyı açacaklar ve ikimizi de buradan çıkaracaklar.”
– “Diğerleri ne olacak?”
– “Gün doğduğunda biraz istirahat ederler. Ama bu duvarlar olduğu sürece onlar da burada olmaya devam edecek. Dilediğin zaman ziyaret edebilirsin.”
– “Ya da ziyaret etmek zorunda bırakılırım!”
2005 yılında, 15 yaşına geldiğinde, “Herkes karanlığın sessizliğindeki doğru yolu bulmaya çalışan bir mahkumdur.” diye yazmıştı çocuk. Yıllar önce misafirimizsiniz diyen gölgelere rağmen, ne olmuştu da mahkum olduğunu düşünüyordu?
Mahkumiyet karanlıktan değil, mahkumiyet duvarlardandı. Başta da söylediğim gibi gölgeler sadece sonuçtu.
2014 yılına doğru çocuğun zihni tekrar konuşmaya başladı gölgelerle. Kendi gölgesiyle o kadar iyi anlaşıyordu ki o zamanlar, diğer gölgelerin içine daldığında hiç yabancılık çekmiyordu. Onları resmetmeye, onlara dair şiirler yazmaya başladı. Başka insanların gölgelerini dahi görebiliyordu artık rahatlıkla. Fiziksel dünyaya örülmüş duvarlar yetmezmiş gibi, zihinlere örülmüş duvarları da fark etmeye başlamıştı bu sayede. Işık sızmaz formlardan oluşmuş duvarların yarattığı karanlık gölgelere hapsolmuş zihinlerin çırpınışlarını gördüğünde ürperiyordu. Mahkumiyet diye adlandırmasının nedeni anlaşılıyordu.
Çocukluğumun hafızasından bazı anları masalsı ve sembolik bir dille anlatmaya çalıştım bu yazıda. Ne kadarı masal ne kadarı gerçek, artık neredeyse unuttum.


Yorum bırakın